Gündelik hayatın problemlerinden uzaklaşıp keşfetmeye başladığınız an en sıradan maddeler bile dikkate değer hale gelir. Yoğunlaştığımız her konu bazen bir keşif bazense bir soruyu akla getirir. Örneğin, doğada canlılığı sorgulayan kişi başını gökyüzüne çevirdiğinde, gökyüzündeki yaşamı da sorgulamaya yaklaşır. Gökyüzündeki yaşamı sorgularken karşılaşacağınız ilk terim ise “Astrobiyolojidir.”
İnsanın kendini evrenin merkezine koyduğu günden bu yana yer merkezli evren modeli hüküm sürüyor, evrenin bizler için yaratıldığı düşüncesiyle mest oluyorduk. Ancak yakın dönemde keşfettik ki dünyamızın evrende kapladığı alan bir bakterinin dünyada kapladığı alandan 600 katrilyon daha küçük. Sadece Samanyolu Galaksisi içinde bizim Güneş’imize benzer 40 milyar kadar yıldız bulunmakta. Üstelik bu sayıyı evrendeki 100 milyar kadar galaksi ile çarptığımızda evrende çıkan yaşam olasılığı bizlere ‘vizesiz gidilecek dost öte gezegenler’ listesi aramaya yönlendiriyor.
Drake Denklemi (ya da Green Bank Denklemi) ile sadece Samanyolu Galaksimiz içinde yer alan akıllı medeniyetlerin sayısını hesapladığımızda bile 10.000 civarında akıllı medeniyet olduğu tahmin ediyoruz.
Bu kuvvetli ihtimal karşısında dahi hala onlara ulaşamamız ne kadar garip değil mi?
N iletişim kurmayı umabileceğimiz uygarlıkların sayısı
R* Galaksimizdeki yıllık yıldız oluşma miktarı
fp Bu yıldızlardan kaç tanesinin gezegene sahip olduğu
ne Gezegene sahip yıldız başına düşen toplam yaşama elverişli gezegenlerin ortalama sayısı
fl Bu gezegenlerin arasında herhangi bir şekilde yaşama uygun bir ortamın oluştuğu gezegen sayısı
fi Bu yaşama elverişli gezegenlerden kaçında akıllı hayata geçildiği
fc Bu tür uygarlıklardan uzayda varlıklarına dair tespit edilebilir sinyal bırakabilecek kesim
L Bu tür bir uygarlık tarafından uzayda yayınlanan tespit edilebilir sinyalin süresi
Meraklısına Not:
1960’lı yıllarda kurulan SETI (Search for Extra-Terrestrial Intelligence; Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması) uzaydan gelecek ilk temasa ait nefesi dinliyor, kurduğumuz teleskoplarla devasa evrende organizma tarıyoruz. Peki ama neredeler?
Bu soruya yanıt arayan bilim insanları multidisipliner bir bilim dalı olan ‘Astrobiyoloji’ çatısı altında toplanarak birçok soruya cevap arama yolculuğuna çıktı.
Astrobiyoloji (ya da ekzobiyoloji) etimolojik olarak Yunanca yıldız anlamına gelen astron (ἄστρον), yaşam anlamına gelen bios (βίος) kelimeleri ve çalışma anlamına gelen -loji (-λογία) ekinden oluşur. Terimi kullanan ilk kişi ise moleküler biyoloji alanında çalışmalar yapan Nobel ödüllü bilim insanı Joshua Lederberg olmuştur.
Uzayda yaşamı arayan astrobiyoloji, yaşamın kendisi kadar kompleks aslında. Bu nedenle astrobiyoloji araştırmalarında moleküler biyoloji, biyofizik, biyokimya, astronomi, kozmoloji, jeoloji, paleontoloji, oşinografi (okyanus ve deniz bilimi), atmosfer bilimi gibi birçok bilimle ortak olarak çalışmaktadır.
Astrobiyoloji ilk bakışta uzaylı dostlarımızı arayış çabası olarak görülebilir ancak yaşamı arayışın ötesinde yaşamın başlangıcını, geleceğini de araştırmaktadır. Güneş sistemimizde ve diğer yıldızların etrafındaki gezegenlerde yaşanabilir ortamların araştırılmasını ve gezegenlerdeki yaşam kanıtlarını arar. Sadece uzayda değil, dünyamızda da yaşamın kökenlerini bulmaya yönelik çalışmalarını yapar.
Dünyada ekstrem adını verdiğimiz ‘aşırı uç’ koşullarda yaşayan canlılar astrobiyoloji çalışmalarına hız vermiştir. Bunun nedeni psikopat diyebileceğimiz bu canlıların aşırı UV ışınlarına, radyasyona, toksik maddelere, yüksek sıcaklıklara, tuzluluğa, basınca rağmen adaptasyon sağlayıp hayatta kalabilmelidir. ‘Ekstremofil’ dediğimiz adrenalin düşkünü bu canlıların habitatları size de ilkel dünya çorbasını (teoriye göre yaşamın başlangıcı olabilecek zamanlarını) hatırlatmadı mı? Çünkü dünyamızda da hayat başlangıçta hiç günlük güneşlik değildi, tıpkı öte gezegenlerde olabileceği gibi.
Ortam koşullarına uyum sağlamak için farklı proteinler üretip bizlere hayrete düşüren ekstremofiller aynı zamanda Mars’ta gerçekleşen astrobiyoloji çalışmalarına ivme kazandırmıştır. Sadece bununla yetinmeyen kalender dostlarımızın bize denizlerimizdeki petrol kirliliklerimizle ilgili olan problemlerimizden kurtulmamız konusunda da yardımcı olmasını umuyoruz.
Tabii ki uzaylı dostlarımızın -umarız öyledirler- neden bizimle iletişime geçmediği konusunda da farklı teoriler mevcuttur. Ayrıca uzaylı deyince aklımıza yeşil derili zeytin gözlü arkadaşlarımız gelmesin hemen. Çünkü biz canlılığı ya da canlılığın başlangıcının emarelerini arıyoruz. Unutmayalım ki bizi oluşturan 40 trilyon hücremizin her biri de canlı, göremediğimiz bakterilerde.
Nefes aldığımızı bile hissedemediğimiz bu dönemde, yeryüzünde ve uzayda yaşam arama mücadelesine çıktığımız bu yazıyı okuduğunuz için teşekkür ederim.
- Çizgi-roman severlerine duyurulur: https://astrobiology.nasa.gov/resources/graphic-histories/
Emine YILDIRIM
KAYNAKÇA
- (https://astrobiology.nasa.gov/)
- (https://depts.washington.edu/)
- Kaufman, Marc. “A History of Astrobiology”. NASA. Retrieved 14 February 2019.
- DasSarma, S., DasSarma, P., Laye, V. J., & Schwieterman, E. W. (2020). Extremophilic models for astrobiology: haloarchaeal survival strategies and pigments for remote sensing. Extremophiles : life under extreme conditions, 24(1), 31–41. https://doi.org/10.1007/s00792-019-01126-3